top of page

Yeni Başlayanlar İçin Astroloji: Ay ve Astroloji

Yazarın fotoğrafı: Orhan Oğuz YILMAZOrhan Oğuz YILMAZ

Güncelleme tarihi: 13 Ağu 2022

“Vakit yaklaştı ve Ay yarıldı. Onlar bir mucize görseler hemen yüz çevirip; Bu öteden beri bilinen bir sihir!.. derler. “

Kamer Suresi 1 ve 2. Ayet


Göbekli tepenin keşfi ile bilinen tarih değişmiştir ancak değişmeyen şey Ay’ın insanı en çok etkileyen gök cisimlerinden biri olduğu ve insanın fizik, metafizik ve sosyal niteliklerini, özelliklerini etkilediğinin o tarihlerde de bilindiğinin, düşünüldüğünün keşfedilmesidir.

Göbekli tepenin keşfi ile bilinen tarih değişmiştir ancak değişmeyen şey Ay’ın insanı en çok etkileyen gök cisimlerinden biri olduğu ve insanın fizik, metafizik ve sosyal niteliklerini, özelliklerini etkilediğinin o tarihlerde de bilindiğinin, düşünüldüğünün keşfedilmesidir.
Yeni Başlayanlar İçin Astroloji: Ay ve Astroloji

Tarihte ne kadar geriye gidersek gidelim kadim milletler için Ay’ın gök cisimleri arasındaki yeri her zaman önem teşkil etmiştir. Bu durumu Eliphas Levi, “Gökyüzünü okumak isteyen bilge, astrolojide etkisi çok büyük olan ayın günlerine dikkat etmelidir. Ay yeryüzündeki manyetik sıvıyı çekip iter ve böylece denizdeki medceziri üretir; bu nedenle ayın evrelerini iyi tanımalı, gün ve saatlerini ayırabilmeliyiz[1].” Tespitiyle Dünya’nın uydusunun Astrolojik okumalarda başarılı olmak için adeta kilidi açacak anahtar kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. Kur’an-ı Kerim’de “Ve Ay, kurumuş hurma salkımı dalı gibi bir şekil haline dönünceye kadar ona menziller takdir ettik. (Yasin Suresi, 39. Ayet)” ayetiyle Ay gezegenine vurgu yapmış ve menziller takdir edildiğinden bahsetmiştir. Benzer şekilde Heinrich Cornelius Agrippa, Gizli Felsefe ya da Büyü Felsefesi adlı eserinde Ay’ın öneminden şu cümlelerle bahsetmiştir[2];


“Ay, bütün öteki gezegenlerin, yıldızların etkisini alır ve onlardan aldığını Dünya’ya yansıtır. Son alıcı olduğu için bütün yıldızlar onu etkiler ve üstünlerin etkisini aşağıdakilere aktarır, onları dünyaya boşaltır. Aşağıdaki farklı huylara, devinime, durumu, gezegenlere, yıldızlara, farklı açılara göre ötekilerden daha belirgin biçimde yönetir. Güneşle yaptığı açılara göre, onun özelliklerini alır. İlk çeyrekte sıcak ve nemli, ikincisinde kuru ve sıcak, üçüncüsünde soğuk ve kuru, dördüncüsünde ise soğuk ve nemlidir. Yıldızların en aşağısında olsa bile üstünlerin bütün anlayışlarını ortaya koyar. Ay her şeyi ve her nedeni birbirine bağlar. Her şeyi üstününe bağlar ve hatta her şeyin bağlı olduğu en üstün güce de ulaşabilir. Biz ayın gücü olmadan hiçbir zaman diğerlerinin güçlerini çekemeyiz. Bu nedenle Ay uğurlu bir zamanda diğer bir gezegen ile iyi bir açı yaptıysa o gezenin bitkisi ve taşı fayda sağlamaktadır.”


Ay’ın konaklarının, başka bir ifade ile menzillerinin, diğer gezegenlerle olan ilişkisinin ve yaptığı açıların; Dünya ile olan fiziksel ve metafiziksel bağlantısı, semadan gelen ilahi mesajların ve enerjilerin anlaşılabilmesi için önemli bir yer teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda Ay’ı en iyi şekilde tanımamız, geçmişten bugüne atfedilen değere vakıf olmamız ve edindiğimiz bilgiler vesilesiyle sezgilerle elde edilecek bilgilere kapı aralamamız gerekmektedir.


AY’IN FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ

Aslında Ay, karanlıktır ve Güneş’ten aldığı ışığı yansıttığı için Dünya’dan bakıldığında parlak görülür, gerçekleşen tutulmalar ve Ay’ın şekilleri de ışığın kesintiye uğramasından kaynaklanmaktadır. Zamanı astronomi gözlemlerine göre ölçen en eski halklar tarafından bile sezilen bu doğa olayları; Anaksimenes’in, tutulmanın dinamiğini doğru şekilde yorumlayana kadar bilinmiyordu. Parmendes’e göre Ay “daima Güneş’in parlak ışınlarına doğru dönüktür”. Empecdoles tutulmaların Ay’ın Dünya ile Güneş’in arasına girmesinden kaynaklandığını düşünür ve Dünya ile Ay arasındaki uzaklığın temelinde Ay ile Güneş arasındaki uzaklığı hesaplamak için tutulmalardan yararlanır. Democritus, Ay’ın lekelerini vadilerin ve dağların gölgeleri olarak yorumlayan ilk bilgindir. Bu lekeleri gözlemleyen Plutarkhos, Dünya’dan Ay’ın daima aynı yüzünün görüldüğü ve Ayın da, Dünya gibi, Güneş ışığını farklı şekilde yansıtan vadilerin, dağların ve okyanusların olduğu engebeli bir yüzeye sahip olduğu sonucuna varmıştır[3].


Dünya ve Ay sisteminin kütle merkezi Dünya’nın içindedir, Dünya’nın ve Ay’ın yerçekiminin birbirini telafi ettiği “nötr noktası” ise uzayda, uydumuzdan 38.440 km, Dünya’dan da 345.960 km uzaklıkta bulunur. Dünyadan fırlatılan uzay araçları bu noktayı geçtiği zaman Ay’ın yerçekim gücünün etkisine girerler. Ay’da dağların meteorik kökeni, büyük havzaları çevreleyen yaylar şeklinde olmaları ile de teyit edilir. Kabuk üzerinde gerçekleşen çok şiddetli çarpışmaların etkisiyle çukurlar açılmış, kabuk yanlara doğru itilmiştir[4].


Ay’ın yüzeyinde bulunan küçük kraterlerin her ne kadar çapları 20 km altında olsa da şekilleri mükemmel derecede daireseldir. Çanak veya huni şeklinde çöküntüler, yüksek düzlüklü, çakıllı yamaçlarla çevrilidir. Bu kraterler bazen yanardağ kökenli olup, bu durumda merkezi bir zirveye sahip değillerdir. Büyük kraterlere oranla daha derinlerdir. Büyük kraterler ise daima daire şeklinde olup, kenarları çok belirgindir. İç yüzeylerinde eş merkezli çatlaklar ve teraslar vardır. Dış yüzeylerinde erimiş maddelerin akışının bıraktığı izler vardır ve uzaktan bakınca dışarı atılan maddeden oluşan aralıksız taç ile daha ince maddelerin oluşturduğu aralıklı taç görülür. Ay’ın yapısı iç sismik hareketlerin merkez üsleri 600 ila 950 km derinliklerinde bulunur; kabuk ile esnek iç kesim arasındaki jeolojik sınır burada olabilir. Sismik dalgaların yayılımı, bazı süreksizliklerin de var olduğunu düşündürür. Ay’ın yüzeyinin büyük kısmı, bir kalsiyum ve aleminyum slikati olan ve Dünya üzerinde az bulunan anortozit ile kaplıdır. Ay yüzeyinin büyük kısmı kayalık değildir, zerreciklerden oluşan ve granülometrisi çok değişken olan regolit ile kaplıdır[5].


Ay kendi kutup ekseninin çevresinde döner, dolanım düzleminin dikeyine göre 50 lik bir eğim gösterir. Bundan dolayı; Ay günü mevsimlere ve uzunluk açısından değişik enlemlere göre çok az farklılık gösterir. Güneş daima Ay kutuplarının ufuk düzlemine ulaşır. Ay’ın dolanım süresi, yani Ay’ın yörüngenin aynı noktasından iki defa geçmesi arasında geçen zamana “Yıldız Ayı” denir. Yıldız Ay’ı, Güneş’in yörüngesi üzerindeki hareketlerin önemsiz sayılacağı derecede uzak olan sabit bir yıldıza göre Ay yeniden aynı konuma döndüğünde sona erer. Kavuşum Ay’ı ise Ay, Güneş’e göre yeniden aynı konuma döndüğünde sona erer. Dolayısıyla Yıldız Ay’ına göre Kavuşum Ay’ının süresi daha uzundur. Ay’ın farklı görünüşlerine evre adı verilir ve temel evrelerin de farklı adları varıdır;


- Yeniay Evresi; Güneş, Ay ve Dünya bu sıralama ile aynı çizgide olduğu zaman olur. Ay, görünmez olur çünkü Güneşle beraber doğar ve batar. Gündüz gözükmez çünkü aydınlık olmayan yüzünü gösterir ve gece de gözükmez çünkü yoktur.

- Yükselen Ay Evresi; Yeniay evresinden sonra Ay’ın aydınlık yüzü çok ince bir Hilal’den başlayarak gitgide genişler. İlk Hilal evresidir.

- İlk Dördün Evresi; Dünya-Ay hattı, Dünya-Güneş hattına 900 uzaklıktadır. Ay’ın yüzeyinin ¼ ü görülür.

- Dolunay Evresi; Güneş, Dünya ve Ay bu sıralamayla aynı çizgide olduğu zamandır. Ay’ın dairesinin tamamı aydınlanır çünkü Güneş batarken Ay doğar.

- Alçalan Ay Evresi; Dolunay’dan sonra Ay’ın aydınlık yüzü gitgide daralır ve bir hilal halini alır.

- Son Dördün Evresi; Ay-Dünya hattı yine Dünya-Güneş hattına 900 dir. Ama Ay birinci dördüne göre zıt taraftadır. Yüzeyinin ¼ i dairenin Birinci Dördün’de karanlık kalan ikinci yarısı gözükür. Son Hilal olarak da isimlendirilir.


Ay, kendi kutup ekseninin çevresindeki dönüşünü 4 hafta içinde tamamlar. Dünya’nın çevresinde dönmesi de aynı süre tuttuğu için, bize doğru daima aynı yüzü dönüktür. Ay, Dünya ile eş zamanlıdır. Ancak bizim açımızdan Ay’ın görüntüsü daima aynı değildir[6]. Güneş ve Dünya’ya göre aldığı konum, aydınlanmış yüzeyinde farklılık gösterir. Yükselen Ay Evresinden, Son Dördün Evresine Ay’ın öncelikli olarak Hilal’i sağdan çizdiğini Dolunay Evresinde tam anlamıyla belirginleştiğini ve son evrede ise soldan Hilal’i çizerek kaybolduğunu gözleriz.


Ay’ın Kül Renkli, Tutulma ve Kısmi Güneş tutulması olmak üzere üç farklı hareketi vardır. Dolunay Evresinde, Ay’ın yörünge üzerinde ekliptiğe yakın olduğu bir noktada yer alırsa Dünya’nın gölgesi onu kısmen karanlıkta bırakır ve Kısmi Ay Tutulması gerçekleşir. Eğer Dolunay Evresi, Ay bir düğümde iken yer alırsa, Güneş, Dünya ve Ay bu sıra ile aynı çizgide olur ve Ay gezegenimizin tamamıyla gölgesinde kalır ve tam Ay Tutulması gerçekleşir. Bu tutulmada Ay tamamıyla kaybolmaz ve kırmızımsı bir renk alır. Eğer Yeni Ay Evresi, Ay’ın yörünge üzerinde ekliptiğe yakın olduğu bir noktada yer alırsa Ay’ın gölgesi Dünya yüzeyinin bir kısmını karanlıkta bırakır. Böylece kısmi Güneş Tutulması olur. Eğer Yeni Ay Evresi, Ay bir düğümde iken yer alırsa, Güneş, Ay ve Dünya’nın merkezleri bu sıra ile aynı çizgide olur ve Ay gölgesinin tamamını Dünya’ya verir ve Tam Güneş Tutulması olur[7].


Ay; Enlemsel, Boylamsal, Iraksı ve Günlük son olaraksa Fiziksel Salınım hareketleri gerçekleştirir. Enlemsel hareketinde Dünya üzerindeki mevsimlere paraleldir ve Ay’ın dönüş ekseninin kendi yörüngesine eğimli olmasından kaynaklanır. Boylamsal hareketi dönüşle dolanım hareketlerinin tamamının eş zamanlı olmamasından kaynaklanır. Dönüş tekdüze bir hareket iken, dolanım Kepler’in yasalarını izlediğinden, yerberide hızı artar, yer ötede azalır. Iraksı veya Günlük salınım hareketinde Ay’ı gözlemleyen kişinin Dünya’nın merkezinde değil, yüzeyinde bulunmasından kaynaklanır. Ay doğduğu zaman doğu kenarının ötesindeki yüzeyin bir kısmı, battığı zaman da batı kenarının ötesindeki yüzeyin bir kısmı gözükür. Fiziksel Salınımı ise dönüş hareketindeki gerçek düzensizliklerden kaynaklanır. İlk üç hareketi en önemli salınım hareketleridir ve bu salınım hareketlerine Görünür Salınım adı verilir. Ay’ın hareketleri üzerindeki incelemeler, ufuk üzerinde, Ay’ın seyrindeki “evrelerin” karşılığı olan noktaların belirlenmesini ve tekrar bulunmasını sağlayacak gözlem yapılarının inşasına neden olmuştur. Son olarak Ay’ın fiziksel olarak Dünya’yı etkilediği gel-git olayı; Ay’ın ve Güneş’in yerçekimi kuvvetinden ve Dünya-Ay Sistemi’nin dönüş kuvvetlerinden kaynaklanır. Gelgitin en yüksek noktası Yeniay ve Dolunay zamanlarında olur; en alçak noktası da İlk veya son Dördün’de gerçekleşir. Okyanus ve deniz gelgitleri, belirli meteorolojik şartların ve deniz tabanının yapısının katkılarından dolayı bazı kıyı bölgelerinde çok belirgindir. Ancak gelgitler kıtaları, atmosferi ve Ay’ı da etkiler; Ay kabuğunun kalıcı deformasyonuna ve kütle merkezinin Dünya’ya doğru kaymasına neden olmuşlardır[8].


AY’IN DİNLER VE MİTOLOJİDEKİ YERİ

Kadim yakın doğu mitolojisinde, Ay Tanrı’sının Sümerce adları Nanna ve Dilimbabbardı (Orada tek başına görkemle koşturan). Akad dilinde Nanna’ya Süen ya da Sin denirdi. Nanna’nın simgeleri Hilal, Boğa ve bir aydaki gün sayısını temsil eden 30 rakamıydı. Birçok ünlü hükümdarın adında Ay Tanrı’sının adı geçerdi (Naramsin, Sin’in gözdesi). Ona tapınılan asıl kent Ur’du[9].


Ur kentinin Tanrısı Nanna’yı yüce tanrı Enlil ve Ninlil birlikte yaratmıştır. Bu efsanede Nippur kentinin tanrıçası Ninlil ve eşi Enlil arasında kurulan birçok bağlantı vardır. Örneğin Enlil’in ölüler diyarı tanrılarının çeşitli biçimlerine bürünerek Ninlil’in karşısına çıktığı ve ikisinin birleşmesiyle farklı tanrıların yaratıldığı belirtilir. Ur kenti MÖ 21. Yüzyılda Sümer başkenti olunca, Nanna’ya aynı efsanede Enlil ve Ninlil’in doğan ilk çocuğu payesi verildi[10]. Enlil’in ilk oğlu olmasından dolayı, Ay Tanrısı Nanna’nın tanrılar arasında yüksek itibarı vardı. Nanna gök ilahları İnanna (Venüs) ve Utu’nun (Güneş) babası olarak kabul edilirdi. Baba konumundan dolayı üstün olduğuna inanılırdı. Her üç ilahta insanların talep ve ihtiyaçlarına yardımcı olma açısından özellikle önemli sayılırdı ve yol gösterdikleri için onlara şükranlar sunulurdu[11]. Nanna’nın birçok farklı simgesi vardı; örneğin, hilal şeklindeki tekne ve boğa boynuzu ya da dolunayı andıran olgun meyve parçası onu temsil ederdi[12].


Ur’un Kent Tanrısı Nanna, MÖ 3. YY da canlı bir kente dönüşen Ur’u denetlerdi. Bilinen en eski başrahibeler görevlerini orada yerine getirirdi. UR MÖ 21. YY büyük bir imparatorluğun baş kenti olunca, Nanna kenti mükemmel yönettiği için tanrılar arasında yüksek bir konuma kavuştu. Devlet kuruluşları, son sığır kadavrasına varıncaya kadar kente girip çıkan her şeyi kayıt altına alırdı. Nanna’ya adak kurbanlar sunabilmesi için büyük ölçekli sığır yetiştiriciliği gerekliydi[13]. Zamanın yaratıcısı Nanna, yeni gün, ayın hilal şeklinde görünmesiyle başlardı. Nanna’nın simgesel sayısı 30, ayın 30 gününü temsil ederdi. Aylar yeni ay, yarım ay ve karanlık ay için belirlenmiş şölen günlerine göre ayrılırdı[14].


Nanna’nın biçimleri, Nanna’nın en iyi bilinen simgesi, üstüne dikilmiş halde tasvir edildiği Hilal’di. Bu simge çoğu kez bir direğin üzerine takılır ve Nanna’nın orada hazır olduğunun bir işareti olarak askeri seferlere götürülürdü. Hilal’in boğa boynuzunu andırması sebebiyle boğa, Nanna’nın son derece yaygın bir timsaliydi. Tasvirlerde Nanna geceleyin yıldızlar sürüsünü otlatan bir boğa gibi yer alırdı. Dolunay çoğu kez bir meyve olarak tasvir edilirdi[15].


Akad dilinde ise Nanna’ya Suen ya da Sin denildi. Sin Urfa ve Harran’ın Ay Tanrısı idi. Sin’e tapanlar ay/gece periyodunun insanın sezgisel gücünün yoğunlaşma periyodu ile yakın ilişkisinin farkındaydı. Ay’ı önemli kılan başka bir unsur da kadınların regl dönemlerini Ay’ın hareketlerine göre izlemeleridir. Ay kültünün bir başka önemli yanı Ay tapımının kehanet ile ilişkili oluşuydu. Aslında bu kehanetler, doğanın dilinin doğru okunması ve sezilmesi ile ilgilidir. Örneğin depremler ve mevsimler gibi bir takım değişimler önceden Ay’ın hareketleri gözlenerek biliniyordu[16]. Bununla birlikte Kur’an da Ya – Sin ifadesi, Ey Sin olarak ele alınırsa yukarıda da açıklandığı üzere Ay Tanrısı Sin’e hitap söz konusu olabilir[17].


Neolitik Çağ’da ise Anadolu’da anaerkil toplum yapısının yansıması olarak Ana Tanrıça inancının olduğu görülmektedir. Friglerin Ana Tanrıçası Kibele’dir ve ana tanrıçalardan en bilinenidir. Halikarnas balıkçısı Kibele için şunları söyler “ Anadolu anaerkil bir sistemle idare edilirken büyük ana tanrıça Kibele’ye tapılırdı. Kibele bir Ay tanrıçasıydı. Kızlığı, kadınlığı ve analığı temsil ettiği için doğan ay, dolunay ve azalan ay olarak gösterilirdi, yani üçlek bir yapıdaydı.” Anadolu’da yerleşmiş ve ünü tüm dünyaya yayılmış savaşçı kadınlar efsanesi olan Amazonlar, Anadolu’daki anaerkil yaşamın önemli bir kanıtıdır. Amazonların ana tanrıçası da Kibele idi[18].


Hindistan’a, orijinal Yoga sistemine yüzümüzü dönelim: Sanskritçe Nadi kelimesi Enerji kanalı anlamına gelmektedir. İnsan vücudunda enerji bedenini oluşturan yüzbinlerce Nadi mevcuttur. Nadiler enerji giriş-çıkış girdapları olan çakralarla bağlantılıdır. Enerji merkezleri, bedensel, zihinsel ve duygusal enerjilerin fiziksel düzeyde birbirleriyle temasa geçme yerleridir. Prana denilen evrensel enerji, bedensel ile zihinsel düzeyi, zihinsel ile duygusal düzeyi birbirine bağlayan güçtür. Nadiler kandasthane denilen iki merkezden vücuda yayılır. Bunlardan biri kalp bölgesinde diğeri karın bölgesindedir. Karın bölgesinde olan kandasthana ki adı Kanda Mula’dır, anüsten on iki parmak yukarıda ve yumurta biçimindedir. Bu merkezden 72.000 Nadi vücuda yayılır. Bunlardan en önemli 3’ü Suşumna Nadi, İda Nadi ve Pingala Nadi’dir. Suşumna Nadi omurga hizasında yerleşen 7 temel çakra ile bağlantılı enerji kanalıdır. Sanskritçe Suşumna “direk yol” demektir. Pingala Nadi kanalı ise Kanda Mula’nın sağından başlar ve kıvrımlı bir yol izleyerek iki kaş arasında 3. Göz denilen Agya Çakra’ya sağ taraftan varır. Bu kanal Güneş enerjisini taşır. Konumuzla ilgili olan enerji kanalı ise İda Nadi’dir. İda Nadi, Kanda Mula’nın solundan başlar, kıvrımlı bir yol izler ve Agya Çakra’ya soldan yaklaşır. Pingala kanalından vücudun fizyolojik işlevlerini yerine getiren Güneş enerjisi akar. Ida Kanalında ise vücudun sezgisel, duygusal işlevlerini gerçekleştiren Ay enerjisi akar. Güneş enerjisi sol beyin aktiviteleri ile ilgilidir. Otonom sinir sisteminde sempatik sinir sistemi ile ilişkilidir. Ay ise Otonom sinir sisteminde para sempatik sinir sistemi ile ilişkilidir. Yoga’nın amacı Güneş ve Ay enerjisini dengelemektir[19].


Hindu; Brahmanlarının ve Budistlerinin, Güneş ve Ay’ın (eril ve dişil elementler), negatif ve pozitif prensipleri, manyetik kutupsallığın karşıtlarını içeren etkileri üzerinde karışık teorileri vardır ve Ay’ın kadınlar üzerindeki etkisi iyi bilinir, diye yazar manyetizmin tüm eski yazarları ve Du Potet gibi Ennomoser de, Hindu kahinlerinin teorilerini her noktada doğrular[20]. Negatif ve pozitif, eril ve dişil, rahman ve rahim, fizik ve metafizik gibi zıt kavramların dengelenmesi prensibi Hindistan mitolojisinin en önemli prensibini oluşturur. Mitolojik Hint efsaneleri incelendiğinde ikilik, zıtlıklarla alakalı olduğu ve birliğin sağlanması için sürekli bir mücadelenin var olduğu gözlenmektedir. Bu varsayımla devam eden alegoriler değerlendirilmelidir.


Bu alegorilerden ilki Hinduların en önemli iki tanrısı olması nedeni ile Vişnu ile birlikte Şiva’nın alegorisidir. Trimirtu’de yıkıcı yönü temsil eder; bu yönünün yanı sıra büyük bir avcı olarak kazandığı şöhret Veda önceli Rudra’dan kaynaklanır. İlk başta bir Ay ilahi olan Şiva dişi özellikler sergiler. Sonraki mitolojisi de erotik ve sofu, müşfik ve dehşet saçıcı, yaratıcı ve yıkıcı yanlarıyla ikili bir nitelik taşır[21]. Vişnu ve Şiva’ya tapanların benimsediği Vaişnavizm ve Şaivaizm geleneklerinin Ortaçağ’da öne çıkan Hindu mezheplerine dönüşmesiyle birlikte, Brahma’nın yaratıcılık rolünü göz ardı etme yönünden bir eğilim gelişmiştir. Bazı efsaneler Şiva ya da Vişnu’yu asıl yaratıcı tanrı sayarak, Brahma’yı her zaman daha güçlü tanrıların yardımına muhtaç olan “sıradan” bir tanrı gibi gösterir. Böyle bir efsaneye göre, bir gün Brahma ve Şiva kimin daha üstün olduğu konusunda tartışmaya tutuşur. Çok kızan Şiva serçe parmağının tırnağıyla Brahma’nın başlarından birini keser. Kopan baş düşerken Şiva’nın eline yapışır. Bir Brahman’ı öldürme günahını işleyen herkese musallat olan alev saçıcı, azgın ve devasa dişi iblis Brahmahatya hemen Şiva’nın yanı başında belirir. Şiva eline yapışmış kafa tasıyla gittiği her yerde Brahmahatya’nın peşini bırakmaması yüzünden korkunç Kalabhairava biçimine bürünür. Bu şekilde dünyayı dolaşıp durduktan sonra kutsal Varanasi kentine varınca günahı nihayet bağışlanır[22].


Şiva’nın eşi Pervati’den iki oğlu vardır. Fil başlı Ganeşa ve bir savaş tanrısı olan Skanda ya da Karttikeya. Şiva, çoğu kez binek hayvanı Nandi adlı bir boğa üstünde tasvir edilir; beline kutsal Brahman kordonu yerine bir kobra bağlar ve kaplan postundan ya da fil derisinden bir elbise giyer[23].


Natajara (kozmik dansçı) kimliğindeki öfkeli Şiva ise, dünya’yı yok eden cehaletin timsali cüce Apasmara’nın vücudu üstünde dans eder. Onun dansıyla kozmik düzen eski haline gelir; dansı bittiğinde ise dünya ve kozmik düzen çöker[24].


Dakşa’nın Kurban Töreninin Dağıtılışı şu şekilde gerçekleşir; Parvati tanrı Şiva ile evlenince, babası bilge Dakşa yeni damadının garip görünüşünden hoşlanmaz ve bu evliliği uygun görmez. Düzenlediği bir kurban törenine tüm tanrıları çağırırken, Şiva’yı davetliler arasına almayarak aşağılar. Parvati babasının bu kabalığını öğrenince, ona karşılık vermek üzere kurban törenine gider. Oraya varır varmaz kendisini kurban ateşine atar ve yanarak küle döner. Olayı duyan Şiva öfkelenir ve keçeleşmiş saç lülelerinden iki iblis yaratır. İblisler Dakşa’nın kurban törenine saldırarak, her şeyi yakar ve Dakşa’nın kellesini uçurur. Denetimden çıkarak azgınlaşmaları üzerine, tanrılar, Şiva’nın onları geri çağırması için yalvarır. Kızgınlığı geçen Şiva bu isteğe uyar ve Dakşa’nın kopuk kafasının yerine bir keçi başı geçirir[25].


Parvati’nin ölümünden sonra kedere boğulan Şiva avunmak için Daru ormanına gider. Orada eşleriyle birlikte yaşayan büyük bilgelerle karşılaşır. Bilgeler Şiva’ya güven duymaz ve eşlerinin yeni gelen konuğa şehvetli bakışları üzerine, öfkeye kapılarak Şiva’nın fallusunun kopması için beddua ederler. Kopan fallus yere düşer düşmez dünyayı sarsmaya başlar. Bilgeler korkuyla yakararak Şiva’dan özür diler. Onları bağışlayan Şiva, fallusuna lingam biçimiyle tapınmaları halinde, onlardan lütfunu esirgemeyeceğini bildirir. Böylece tapınaklarda ve kutsal yerlerde Şiva’ya yoni denen ve vajinayı simgeleyen bir kase üstündeki lingam biçimiyle tapınma geleneği ortaya çıkar. Erkek ve dişi varlıkların kozmik birleşmesini sürdürmek üzere, lingam ve yoni erimiş tereyağına ve başka esanslı sıvılara bandırılarak yıkanır. Uzmanlar lingam kültünün Hindistan’da Antikçağ’dan beri var olduğu kanısındadır[26].

Anlatılan alegorik hikayelerin, Ay’ın, insanın sezgisel ve duygusal özelliklerine olan fizyolojik ve psikolojik tesirlerinin eseri olduğu söylenebilir[27].


Kadim Mısır’da ise İsis, Ay ile özdeşleştirilmiştir ve denizlere (suya) hükmeder. Ay, boğanın boynuzlarıyla temsil edilir[28]. Osiris ve İsis’in oğlu olan Horus; Gök Tanrısı kimliğiyle Güneş’in ve Ay’ın koruyucusudur. Güneş Horus’un sağ gözü, Ay ise Horus’un Sol gözüdür[29].


Yunan mitolojisinde ise; Zeus ile Letho’nun ikiz çocuklarından Apollo Güneş Tanrısı, Artemis Ay Tanrıçasıdır. Artemis, genç kızken Zeus’u altı dileğini yerine getirmeye ikna eder. Bunlar arasında sonsuza kadar iffetli ve bekar kalması ve avcılık için gerekli donanıma sahip olması vardır. Böylece Artemis iffetin, avcılığın ve vahşi hayvanların Tanrıçası olur. O, Efeste bir bereket Tanrıçasıdır. Roma’da Diana adı ile tanınır. Doğumlarda Artemis’ten yardım istenir. Bir kadının doğum sonrası ölmesi ise Artemis oklarına bağlanır. Bu alegoride Ay’ın gebelik ve doğumlar üzerindeki tesirlerine vurgu yapılabilir[30].


Ay’ın mitolojisi ile alakalı Amerika Kıtasına geçersek Kızılderililer’in en yüce Tanrı olarak Ay’a taptıkları görülecektir. İbadet yerleri Sian adında bir Huaka’dır. Sian, Ay’ın Evi, demektir. Ay, Güneşten daha kudretlidir. Ay gece ve gündüz görülebilir ancak Güneş gece görünemez. Ay, Güneş’i karartabilir ancak Güneş, Ay’ı karartamaz. Kıyı yerlileri Ay’ın görünmediği iki gün boyunca (yeni ay) ölü hırsızları cezalandırmak için öteki tarafa gittiğine inanırlar. Bu ölü hırsız Orion takım yıldızındaki üç yıldızın ortasındaki yıldızdır. Orion takım yıldızındaki iki yıldız, ortalarındaki hırsız denilen hırsızı kollarından tutar ve akbabaların önüne atarlar. Akbabalar ise Orion takım kuşağının altındaki dört yıldızdır. Orion takım yıldızı Üç Kral veya Üç Sihirbaz olarak bilinen üç yıldızdır. Akbaba denilen dört yıldızla beraber yedi yıldız, suç ve Ay’ın verdiği cezayı hatırlatmak için dururlar gökyüzünde[31].


Son olarak Türklerde Ay Kültüne geçecek olursak Elliad’ın pek çok halkın Ay’ın bir erkek ya da yılan kılığına girerek kadınlarla birlikte olduğunu inandıklarını bildirir. Bu nedenle genç kızlar gebe kalacakları korkusuyla Ay’a bakmazlarmış. Bu inanış Orta Asya Türklerinde de mevcuttur. Efsaneye göre Alan-Ko’a, Ay ışığından gebe kalmıştır. Türkler için Ay’ı önemli kılan en önemli hususlardan biri de “Türk soylarının Ay’dan Türemesi” inancıdır. Oğuzname’de Oğuz Kaan’ın babasının adının Ay-Han olduğu yazar. Türkler Ay’ı erkek olarak nitelendirir, çocuk doğurtan bir baba olarak görürlerdi. Ay Ata deyim ve adları buradan gelmektedir. Ay’dan gebe kalan kadınlara Ay, sarışın bir adam olarak gelmiş ve köpek şeklinde gitmiştir[32].


BİLGİDEN SEZGİYE : AY

Güneş’in Ay’a yetişmesi ve gecenin gündüzü geçmesi mümkün olamaz. Ve hepsi feleklerde yüzerler. (Yasin Suresi, 40. Ayet)


Ay, İslam Dininde sembol olarak kullanılmıştır ve Hicret olayının neticesinde Hz. Peygamber Mekke’den, Medine’ye ulaştığında, O’nu karşılayanlar “Ay doğdu üzerimize, Veda tepesinden, Şükür gerekti bizlere, Allah adaletinden…” sözleriyle bir ezgi söyleyerek karşılamıştır. Dikkat edecek olursanız karşılama, Güneş ile değil Ay ile yapılmıştır ki Güneş, ışık ve nur olarak Ay’a ışığını verendir. Bu doğrultuda Güneş takvimi yerine Hicret olayı ile başlatılan Ay takvimi de kullanılmaya başlanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de Ay ile alakalı özel bir sure vardır (Kamer Suresi) ve toplam 17 ayette sadece Ay’dan bahsedildiği halde, pek çok ayette de Güneş ve Ay’dan birlikte bahsedilir.


İslam Filozofu İbn Arabi alegorik anlatımlarında Ttaklitçi ve akılcı isimleri ile isimlendirdiği kişilerin yakın sema’da, Ay semasında yaşadıklarını şu cümlelerle anlatır; bu kişiler unsurlardan oluşan doğal arzuların etkisinden kurtulduktan sonra onlara yakın semanın kapıları açılır ve birinci feleğe ulaşırlar. Burada Taklitçi Hz. Adem, Akılcı ise Ay’ın ruhaniliğiyle karşılaşır ve ruhanilik onu yanına oturtur. Bağımsız akıl gücü ile hareket eden bu insan, konuğu olduğu Ay’ın ruhaniliğinin Adem’in hizmetinde olduğunu görür. Akılcı Ay’ın ruhaniliğindeki bütün bilgilerinin altındaki küreleri aşamadığını ve üzerindekiler hakkında bilgisi olmadığını görür. Ay’ın bilgileri bulunduğu yerin altındakiler için etkilidir. Adem’de ise altındaki ve üstündeki yerlerin bilgileri vardır. Adem, konuğu olan taklitçiye, varlıkların özel veçhini (yön, yüz), tikel nefsler için gerçekleşen ilahi bilgiyi öğretir. Bu bilgi insanı sebep ve illetle sınırlamaktan uzaklaştırır. Ay’ın konuğu olan akılcı ise buradan bedendeki tesirleri, unsuri doğadaki bileşik cisimlerde meydana gelen başkalaşmalar hakkında bilgi edinir[33]. Sadece salt aklımızda hareket eder ve bağımsız akıl gücünü kullanarak analiz ve tahliller yaparsak elde edeceğimiz bilgilerin sınırlı olacağı vurgulanmıştır.


Fütuhattı Mekkiyye adlı eserinin devam eden bölümlerinde ise Ay’ın etki ve özelliklerinden bahseder; pazartesi gününde meydana gelen her ilmi konu, Adem’in ruhaniyetinden meydana gelir. Hava ve ateş unsurunda meydana gelen her yüce eser ise Ay’ın yüzüşündendir. Su ve toprak unsurundan oluşan her süfli eser ise dünya göğünün hareketindendir. O şahsa ait bölge yedinci bölgedir. Pazartesi ve bu feleğin hükmünün bulunduğu Cuma gününün bütün saatlerinde bu Bedel için meydana gelen ilimler, mutluluk ve bedbahtlık ilmi, isimler ve onlara ait özelliklerin ilmi, med-cezir ilmi ile artma ve eksilme ilmidir[34]. Yedinci Bedel’in düsturu “Biz emaneti arz ettik ayetidir.” Çünkü emanet, yedinci mertebenin sahibidir. Ayrıca insan diye ifade edilen Adem’in oluşturulması da yedinci mertebede gerçekleşti. Çünkü o, akıldan, sonra nefsten, sonra hebadan, sonra felekten, sonra iki etkinden, sonra iki edilginden oluşmuştur. Bunlar ise altıdır. Sonra insan ki Adem’dir, yedinci mertebede oluşmuştur[35]. Burada da “yedi” sayısı vurgulanmaktadır.


Gizli İlimler Hazinesi adlı eseri derleyen Mustafa İloğlu ise derlemesinde şu tespitlerde bulunmuştur; Ay’ın tabiatı su ve tabiatı itibarıyla dostu topraktır. Yıldızlardan dostu Müşteri (Jüpiter) ve düşman yıldızı Güneş’tir. Bu yıldızın tesiri altında olanlar umumiyetle içlerine çekilmiş ve utangaç tabiatlı olurlar. Kameriler pek yumuşak kalplidir. Vefakar olmakla beraber kolaylıkla teslimi nefs ederler. Buda mukavemetlerinin azlığındandır. Soğuk tabiatlı olmakla beraber nevazişkar ve muhabbetli olurlar. Sevmekten ziyade sevilir, muti, mütevekkil, kanaatkar olurlar. Mütehavvil, zararsız, mütevekkil tabiatlarda olurlar. Mücadeleden çekinir ve yalnızlığı severler. Seyahat etmeyi severler ve iş hayatlarında şansları mükemmeldir[36].


Ihvan-ı Safa risalelerinde Ay’ın tesirlerinden şu cümlelerle bahsedilmektedir; Ay dairesinden bütün aleme ve parçalarına nüfuz eden ruhani güçler yayılır. Tüm alemdeki varlıklar bazen ayın başında felekler aleminden oluş alemine doğru nefes alır, bazen ayın sonunda oluş aleminden felekler alemine doğru nefes alır. O, kalıcılık ve yetkinlik kaynağı olan felekler alemiyle oluş, bozuluş, düşüş ve birleşmenin kaynağı olan unsurlar alemi arasındaki orta güçtür. Bu, bazen beden dışından ondaki doğal sıcaklığı korumak için hava çekerek, bazen dinlendirmek için dışarı göndererek teneffüs etmeyi sağlayan gücün akciğerden yayılmasına benzer. Hava solurken akciğer şişer ve büyür, onu dışarı verirken zayıflar ve küçülür. Aynı şekilde Ay dairesi, üstündekilerden yardım alarak genişler ve onun melekleri ulvi maddeler ve göksel hayırlarla inerler; böylece [Ay] alemde artma, büyüme çoğalma etkisi yapar. O zaman nehirlerin suyu çoğalır, artar ve cisimler irileşir. Ayın ortasına kadar böyle devam eder. Bu süre içinde bazı madenler ve cevherler oluşur. Onun ruhanileri madenlerde gümüş ve tuz ve kar gibi beyaz cisimler meydana getirir. Beyaz dağlar ve karlı yerler ona aittir. Sudan oluşan, oradan beslenen ve onun ruhanilerinin istila ettiği hayvanlar da ona aittir. Onun fiilleri ve orduları, vekiller ve ileri gelenler gibi imaret sahiplerinin, tahsildarların ve suda çalışanların doğumlarıyla ilgilidir. Ay'ın içlerinde yüzdüğü, kendilerine uğradığı konaklara ait ruhanilerin fiillerini, ondan ve onlardan yeryüzü alemine ve aşağı merkeze inen ve ondan olan şeyleri ve iş yapan kimsenin yaptığı şeyi yapmak istediği zaman bilmesi gerekenleri zikrettik. Bu güç, oluş ve bozuluş aleminin yönetimine mahsustur. Ay feleği, dünya göğüdür. Onun melekleri yeryüzü alemiyle görevlidirler. Onların sayısını Yüce Allah'tan başkası bilmez. Onlara elinde şöyle yazılı bir bayrak bulunan bir melek başkanlık eder: "Ortağı olmayan Allah'tan başka ilah yoktur." Diğer bir ayette "Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir[37].


Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname adlı eserinde Ay feleği hakkında astronomların küçük nurlu adını verdiğini belirtir ve Ay yıldızının tabiatı, itidal üzere soğuk ve rutubetli olup, gece dişisi bulunmuştur Orta kutlu namıyla adlandırılmıştır. Ay’ın vasıfları; irade zayıflığı, beceriksizlik, saklama, bilmezlik, hakaret, acele, koğuculuk, ihbar, deliller, hareket ve ses bulunmuştur. Ay, pazartesi günü ve cuma gecesine hâkim bulunmuştur. Şu hâlde o günün ve bu gecenin evvelki saatleri buna oranlanmıştır[38].


Agrippa ise Ay’ın tesirleri ile alakalı bir tılsım vermiş ve bu tılsımı kullanmanın faylarından şu şekilde bahsetmiştir; uğurlu bir Ay ile gümüş bir levha üzerine kazınırsa bunu taşıyanın değerbilir, sevimli, hoş, sevinçli, onurlu olmasını sağlar, bütün kötülükleri kötü istemeleri giderir. Yolculukta güvenlik sağlar, varlığı ve bedenin sağlığını arttırır, düşmanları ve öteki kötü şeyleri dilediğiniz yerden kovar. Kurşun bir levha üzerine uğursuz Ay ile yazılırsa sayılanların tersi gerçekleşir[39].


Ayrıca Agrippa Ay’ın unsurlar aleminde ilişkili olduğu şeylerle alakalı da şu tespitlerde bulunur; toprak ile su, denizin, ırmakların suyu, şeylerin bütün nemi, ağaçlar ile hayvanların, özellikle de ak olanların ıslaklığı aycıldır. Tatlar arasında tuzlu, yavan olanlar. Metaller arasında gümüş. Taşlar arasında kristal, ak prit, bütün ak ve yeşil taşlar; inci, beril, selenit taşı aycıldır. Palmiye, kara ayit, zeytin ağacı, sakız ağacı aycıldır. Aycıl hayvanlar sevgi ve nefrette aşırıya gider. Köpek, bukelemun, domuz, dişi geyik, keçi, kediler aycıldır. Suda yaşayan tüm hayvanlar da aycıldır. Kazlar, ördekler, kaşıkçıkuşları, balıkla beslenen tüm kuşlar yaban arıları, sinekçikler, etten türeyen böcekler aycıldır. En garibi iki boynuzlu böcektir. Bu böceğin boğa gibi iki boynuzu vardır. Sığır gübresini kazar ve orada 27 gün kalır. Bu süre içinde Ay burçlar kuşağını ölçer. 29. Günde bu böcek gübreyi açıp yumurtalarını suya atar[40].


 

[1] Eliphas Levi, Metafizik Maji Öğretisi ve Ritüeli, İstanbul : Mavi Kalem Yayınevi, Ezgi Matbaacılık, Cilt 2, Baskı 2018, syf: 202 [2] Heinrich Cornelius Agrippa, Gizli Felsefe ya da Büyü Felsefesi, Çeviren Levent Özşer, İsanbul: Biblos Kitapevi, Yıldız Matbaa, Cilt 2, 3. Basım 2019, syf: 131 – 133 [3] Gökyüzü Atlası, Evrenin Keşfi : Yıldızlarla, Gezegenler Arasında Bir Yolculuk, İstanbul: 2010 Boyut Yayıncılık, Boyut Matbaacılık A.Ş., Syf : 42 – 43 [4] Gökyüzü Atlası, Evrenin Keşfi : Yıldızlarla, Gezegenler Arasında Bir Yolculuk, İstanbul: 2010 Boyut Yayıncılık, Boyut Matbaacılık A.Ş., Syf : 43 – 45 [5] Gökyüzü Atlası, Evrenin Keşfi : Yıldızlarla, Gezegenler Arasında Bir Yolculuk, İstanbul: 2010 Boyut Yayıncılık, Boyut Matbaacılık A.Ş., Syf : 47 – 49 [6] Gökyüzü Atlası, Evrenin Keşfi : Yıldızlarla, Gezegenler Arasında Bir Yolculuk, İstanbul: 2010 Boyut Yayıncılık, Boyut Matbaacılık A.Ş., Syf : 50 – 52 [7] Gökyüzü Atlası, Evrenin Keşfi : Yıldızlarla, Gezegenler Arasında Bir Yolculuk, İstanbul: 2010 Boyut Yayıncılık, Boyut Matbaacılık A.Ş., Syf : 52 – 53 [8] Gökyüzü Atlası, Evrenin Keşfi : Yıldızlarla, Gezegenler Arasında Bir Yolculuk, İstanbul: 2010 Boyut Yayıncılık, Boyut Matbaacılık A.Ş., Syf : 53 – 55 [9] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 36 - 37 [10] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 36 - 37 [11] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 36 - 37 [12] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 36 - 37 [13] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 36 - 37 [14] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 36 - 37 [15] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 36 - 37 [16] Prof. Dr. Mustafa TÖZÜN, Kur’an Rehberliğinde Ezoterizm ve Mitoloji, Ankara: Gece Kitaplığı, 1.Basım, Mart 2020, syf: 14 [17] Prof. Dr. Mustafa TÖZÜN, Kur’an Rehberliğinde Ezoterizm ve Mitoloji, Ankara: Gece Kitaplığı, 1.Basım, Mart 2020, syf: 21 [18] Prof. Dr. Mustafa TÖZÜN, Kur’an Rehberliğinde Ezoterizm ve Mitoloji, Ankara: Gece Kitaplığı, 1.Basım, Mart 2020, syf: 17 [19] Prof. Dr. Mustafa TÖZÜN, Kur’an Rehberliğinde Ezoterizm ve Mitoloji, Ankara: Gece Kitaplığı, 1.Basım, Mart 2020, syf: 18 [20] H. P. Blavatsky, Peçesiz İsiz, Çeviren Ruya S. Uğurlu, İstanbul : Mitra Yayıncılık, Çıkar Matbaa, 1. Cilt, 4. Baskı, 2020, Syf: 326 [21] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 320 - 321 [22] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 320 - 321 [23] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 320 - 321 [24] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 320 - 321 [25] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 320 - 321 [26] Başvuru Kitapları Mitoloji, 6. Baskı Nisan 2015, NTV Yayınları, Doğuş Yayın Grubu, İstanbul, Syf: 320 - 321 [27] Prof. Dr. Mustafa TÖZÜN, Kur’an Rehberliğinde Ezoterizm ve Mitoloji, Ankara: Gece Kitaplığı, 1.Basım, Mart 2020, syf: 16 [28] Prof. Dr. Mustafa TÖZÜN, Kur’an Rehberliğinde Ezoterizm ve Mitoloji, Ankara: Gece Kitaplığı, 1.Basım, Mart 2020, syf: 357 [29] Prof. Dr. Mustafa TÖZÜN, Kur’an Rehberliğinde Ezoterizm ve Mitoloji, Ankara: Gece Kitaplığı, 1.Basım, Mart 2020, syf: 14 - 15 [30] Prof. Dr. Mustafa TÖZÜN, Kur’an Rehberliğinde Ezoterizm ve Mitoloji, Ankara: Gece Kitaplığı, 1.Basım, Mart 2020, syf: 15 [31] Prof. Dr. Mustafa TÖZÜN, Kur’an Rehberliğinde Ezoterizm ve Mitoloji, Ankara: Gece Kitaplığı, 1.Basım, Mart 2020, syf: 16 [32] Prof. Dr. Mustafa TÖZÜN, Kur’an Rehberliğinde Ezoterizm ve Mitoloji, Ankara: Gece Kitaplığı, 1.Basım, Mart 2020, syf: 25 - 26 [33] İbn Arabi, Fütuhatı Mekkiyye, Çeviren Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 8.Cilt, 4. Baskı 2017, syf: 41 - 42 [34] İbn Arabi, Fütuhatı Mekkiyye, Çeviren Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 1.Cilt, 10. Baskı 2020, syf: 440 [35] İbn Arabi, Fütuhatı Mekkiyye, Çeviren Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 1.Cilt, 10. Baskı 2020, syf: 443 [36] Mustafa İloğlu, ed., Gizli İlimler Hazinesi, İstanbul : Seda Yayınları, Şubat 2013, Cilt. 1, Syf: 53 - 79 [37] İhvan-ı Safa Risaleleri, Ayrıntı Yayınları, İstanbul: Kayhan Matbaacılık, Cilt.4, 1. Basım, 2014, Syf: 168 [38] Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname, Prof. Dr. Durali Yılmaz, İstanbul: Ataç Yayınları, Mart 2016, Cilt 1 Syf: 130 - 218 [39] Heinrich Cornelius Agrippa, Gizli Felsefe ya da Büyü Felsefesi, Çeviren Levent Özşer, İsanbul: Biblos Kitapevi, Yıldız Matbaa, Cilt 2, 3. Basım 2019, syf: 90 [40] Heinrich Cornelius Agrippa, Gizli Felsefe ya da Büyü Felsefesi, Çeviren Levent Özşer, İsanbul: Biblos Kitapevi, Yıldız Matbaa, Cilt 1, 4. Basım 2020, syf: 101 – 103

Comments


bottom of page