“Daha nice işaretler koydu. Yıldızlarla da insanlar yollarını bulurlar… “
Nahl Suresi, 16. Ayet
Alem, ilahi hakikatlerden dört nispet talep eder. Bunlar; hayat, ilim, irade ve kudrettir. Varlığı zorunlu için bu dört nispet sabit olunca, onun tereddütsüz bir şekilde alemin var edeni olduğu geçerlidir. Buna göre hayat ve ilim, nispetlerdeki iki asıldır. İrade ve kudret ise onların aşağısında bulunur. Asıl, hayattır. Çünkü o, ilmin varlığındaki şarttır. İlmin ilgi alanı ise geneldir. Çünkü ilim, varlığı zorunluya iliştiği gibi mümküne ve imkansıza da ilişir. İrade ise onun altında bulunur. Çünkü irade varlık ve yokluktan biriyle kendisini tercih etmek üzere, sadece mümküne ilişebilir. Buna göre iradeyi adeta hayat talep edebilir. Dolayısıyla irade hayatın edilginidir. O, kudretten daha geneldir. Kudret ise daha güzeldir. Kudret, mümkünün yok edilmesine değil, var edilmesine ilişir. Bu yönüyle kudret, ilmin edilgini gibidir. Çünkü ilim karşısında kudret, hayat karşısında ilim gibidir[1].
![Alem, ilahi hakikatlerden dört nispet talep eder. Bunlar; hayat, ilim, irade ve kudrettir. Varlığı zorunlu için bu dört nispet sabit olunca, onun tereddütsüz bir şekilde alemin var edeni olduğu geçerlidir. Buna göre hayat ve ilim, nispetlerdeki iki asıldır. İrade ve kudret ise onların aşağısında bulunur. Asıl, hayattır. Çünkü o, ilmin varlığındaki şarttır. İlmin ilgi alanı ise geneldir. Çünkü ilim, varlığı zorunluya iliştiği gibi mümküne ve imkansıza da ilişir. İrade ise onun altında bulunur. Çünkü irade varlık ve yokluktan biriyle kendisini tercih etmek üzere, sadece mümküne ilişebilir. Buna göre iradeyi adeta hayat talep edebilir. Dolayısıyla irade hayatın edilginidir. O, kudretten daha geneldir. Kudret ise daha güzeldir. Kudret, mümkünün yok edilmesine değil, var edilmesine ilişir. Bu yönüyle kudret, ilmin edilgini gibidir. Çünkü ilim karşısında kudret, hayat karşısında ilim gibidir[1].](https://static.wixstatic.com/media/dbc05f_d414ce4a5b8940218e0810485e3f53fa~mv2.png/v1/fill/w_826,h_358,al_c,q_85,enc_avif,quality_auto/dbc05f_d414ce4a5b8940218e0810485e3f53fa~mv2.png)
Mertebeler, etkinin edilginden ayrışması şeklinde bu ilahi nispetlerde ayrışınca, alem bu surette etkin ve edilgin olarak ortaya çıkmıştır. Alem, Allah’a nispetle, bütün açısından edilgin ve yaratılmış; kendisine göre ise etken ve edilgindir. Allah, İlk Akıl’ı hayat nispetinden, nefsi ise bilgi nispetinden var etmiştir. Böylece hayat bilginin varlığında şart olduğu gibi akıl da nefsin varlığında şart olmuştur. Akıl ve nefsten meydana gelen şey, heba ve tümel cisim olmuştur. İşte bu dört şey, alemdeki suretlerin ortaya çıkmasının aslıdır[1].
DÖRT UNSUR
Nefs ve Heba arasında doğa mertebesi vardır. Doğa dört hakikate dayanır: bunlardan iki tanesi etken, iki tanesi edilgendir. Hepsi de kendisinden meydana çıktıkları şeye göre edilginlik mertebesindedir. Böylece sıcaklık soğukluk, kuruluk ve yaşlık oluşmuştur. Kuruluk sıcaklığın, yaşlık ise soğukluğun edilginidir. Bu meyanda sıcaklık akıldan, akıl ise hayattan meydana gelmiştir. Bu nedenle hayatın unsurdan oluşmuş cisimlerdeki mührü sıcaklıktır. Soğukluk, nefsten, nefs ise bilgiden meydana gelmiştir. Bu nedenle bilgi, gönülde karar kılınca, inancın serinliği vakar diye nitelenmiştir. Kuruluk ve yaşlık, sıcaklık ve soğukluğun edildiğini olunca, irade kuruluğu istemiştir. Çünkü kuruluk, iradenin mertebesindendir. Kudret de kendi mertebesinde bulunan yaşlığı istemiştir. Kudret, özellikle var etmeyle ilgili olduğu için ona en uygun şey hayat olmuştur. O ise cisimlerdeki sıcaklık ve yaşlıktır. Böylece suret ve şekiller, hebada tümel cisimde ortaya çıkmış, gök ve yer birbirinden ayrışmadan bürülmüş iken zühur etmiştir[2].
Allah bu dürülmüş şeyi parçalamaya yönelmiş, varlıklarını birbirinden ayırt etmek istemiştir. Onların varlığındaki asıl, su idi. Bu nedenle Allah şöyle buyurur “ Her şeyi sudan canlı yaptık.” Her şey canlı olduğu için tespih etmek özelliğiyle nitelenmiştir. Allah öncelikle, bu dört doğaya özel bir şekil vermiştir. Sıcaklığı kuruluğa katmış, yalın akledilir ateş olmuştur. Onun hükmü, uzak felek ve tümel cisimden ibaret olan Arş’ın cismi içindeki üç mekanda ortaya çıkmıştır. Birinci mekana Koç, ikinci mekana ki o kendisinde takdir edilmiş mekanların beşincisidir Aslan, üçüncü mekana ise ki o, Arş’ta takdir edilmiş mekanların dokuzuncusudur Yay adını vermiştir. Sonra soğukluğu kuruluğa katmış, bu ikisinin otoritesini bu felekteki üç mekanda ortaya çıkarmıştır ki o da yalın akledilir topraktır. Birinci mekana Boğa, ikincisine Başak, üçüncüsünü ise Oğlak diye isimlendirmiştir. Sonra sıcaklığı yaşlığa eklemiş yalın, akledilir hava meydana gelmiştir. Onun hükmünü ise uzak feleğin üç mekanında izhar etmiştir. Birinci mekana İkizler, ikincisine Terazi, üçüncüsünü ise Kova diye isimlendirmiştir. Sonra soğukluğu yaşlığa eklemiş, yalın-akledilir su olmuş ve onun hükmünü uzak feleğin üç mekanında ortaya çıkarmış, birinci mekana Yengeç, ikinci mekana Akrep ve üçüncü mekana ise Balık diye isimlendirmiştir. Burçlar feleğinin varsayımsal olarak on ikiye bölünmesi böyledir. Bu bölünmeyi de yirmi sekiz gezegen belirler. Allah şöyle buyurmuştur “ Onlar dürülmüştü, biz onları ayrıştırdık.”[3].
Ateş, su, hava ve toprak. Bunlar bütün cisimler, şeylerin özgün temelidir. Bütün öğesel, aşağı cisimler, bunların birleşmesinden oluşur. Şeyler bu öğelerin üst üste yığılması ile değil değişip birleşmesiyle oluşur. Şeyler çözülünce bu öğelere ayrılır. Duyulur öğeler içerisinde saf olan yoktur. Toprak olarak kir olur, çözülür, su olur, bu kalınlaşıp, katılaşarak yeniden toprak olur. Isı ile buharlaşarak havaya geçer, tutuşturulunca ateşe. Bu yanıp tükenince havaya geri döner. Yanıp soğuduğunda toprak, taş, sülfür olur. Bu da şimşekle ortaya koyulur. Platon da dünyanın tümüyle değişebileceği, öğelerin birbiri ardınca bir şuna bir buna değiştirildiği kanısındaydı[4].
Ateş, sıcak ve kuru; toprak, kuru ve soğuk; su, soğuk ve nemli; hava nemli ve sıcaktır. Buna göre öğeler iki karşıt niteliğe göre ateş ile su ve toprak ile hava birbirine karşıttır. Stoacılar birincileri edilgin, ikincileri etkin diye adlandırdı ve bunlara 3 nitelik ekledi; ateşe parlaklık ve incelik, devinim; toprağa, karanlık, kalınlık ve durağanlık; bu niteliklere göre ateş ve toprak karşıttır[5].
Her öğe 3 katlıdır. Böylece 4 öğe ile 12 sayısına ulaşılır. Yedi sayısından on sayısına geçerek yüce birliğe bir ilerleme olabilir. İlk düzeyde saf öğeler vardır ve bunlar homojendir, karışıma müsaade etmez. İkinci düzeyde bileşik öğeler vardır ve bunlar kimya ilmiyle saflaştırılabilir. Üçüncü düzeyde aslında öğeler değil, şeyler söz konusudur ve bu şeyler ikiden fazla karışıma uğramıştır. Gelin görün ki, bir düzeni öteki düzene, katışığı saf olana, birleşiği yalına indirgemeyi bilen biri; şeylerin gücünü, doğasını, güç etkisini, sayılarda, kertelerde, sıralarda açık seçik, tözü bölmeden nasıl anlayacağını bilen biri, bu bilgiye açıkçası bütün doğal şeylerin, göksel gizlerin yetkin bilgisine kolayca ulaşır[6].
ATEŞ
“İşte bunlar hidayeti, bağışlanmayı verip sapıklığı satın alanlardır. Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar.“
Bakara Suresi, 175. Ayet
Tabiatı, sıcaklık ve kuruluk olup, mutlâk yüce bulunduğundan, öteki unsurlara karşıdır. Yakma ve kapanma kabul ettiğinden, oluşum ve bozuşma, çeşitli şekiller almaya kabiliyetlidir Nitekim yukarıda açıklandığı üzere, kendi yerinden inen parçaları, diğer unsurlara dönüşüp, başkalaşır.
Hermes’in dediği gibi harika şeylerin işleyişi için iki şey; ateş ile toprak yeterlidir. İlki etkin, ikincisi edilgindir. Dionysius’un dediği gibi, ateş her şeyde vardır. Bütün şeyler olarak parlak olarak gidip gelir. O, her şeyde parlaktır, vardır ama gizlidir, bilinmez ancak etkindir. Ateş, kendi kendisiyleyken sınırsızdır ve görünmez. Ateş, kendinde bir olsa da Cicero’da Cleantes’in tanık olduğu gibi, onu alanda çoktur, değişik maddelere değişik biçimlerde dağıtılmıştır. Taşlardadır, çeliğin vuruşuyla getirilir. Topraktadır, kazıldığında ortaya çıkan dumanı üretir. Sudadır, kaynakları, kuyuları ısıtır. Denizin derinliklerindedir, yellerin çarpmasıyla denizi ısıtır. Havadadır, onu yakar. Üstteki ateşin niteliği sıcaklıktır, her şeyi meyveli kılar. O, ışıktır, her şeye yaşam verir. Oysa cehennem ateşinin nitelikleri kavurucu sıcaklık ve karanlıktır. Bu yüzden karanlığın tinleri karanlıkta güçlü olduğu gibi, ışığın melekleri yalnızca güneşin, göksel olanın ilahi ışığıyla değil bizim sıradan ateşimizle de arttırılır[7]. Pisagor’un dediği gibi “Işık olmadan Tanrıyla konuşma”…
HAVA
“Süleyman’ın hizmetine de güçlü esen rüzgarı verdik. Rüzgar, onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere eser giderdi. Biz her şeyi hakkıyla bileniz.“
Enbiya Suresi, 81. Ayet
Şu hâlde, hava küresinin tabiî yeri, ateş küresinin altında ve su küresinin üstündedir. Kendi yerinde tabiî olarak sakindir ve ancak kendine özgü hareketleri vardır. Sakin oldukça adı, havadır. Hareket ederse ona, rüzgâr derler. Hava unsuru, lâtif şeffaf ve renksizdir. Tabiatı, sıcaklık ve rutubettir. Yükselici özelliğinden dolayı, öteki unsurlara karşıdır. Oluşum ve bozuşumla suretler bulmağa kabiliyetlidir. Çünkü hava, kendi yerindeyken bile, diğer unsurlara dönüşüp başkalaşır.
Hava dirimsel bir tindir, mevcudatın içinden geçer, yaşam verir, her şeyi besler, bağlar, kımıldatır ve doldurur. İbranilere göre hava, dünya sazının sesiyle çınlayan tindir. O bütün gök cisimlerinin etkisini doğrudan kendine alır. Bu etkiyi bütün karma cisimlere ilettiği gibi, öteki öğelere de iletir. Hava, tanrısal bir ayna gibi gerek doğal gerekse yapay her şeyin görüntüsünü, her türlü konuşmayı içine alır, kendinde tutar, taşır. İnsanların ve hayvanların gövdelerine, onların gözeneklerine girerek uyurlarken onları uyanıkken ki gibi etkiler. Bir çok filozof havanın; düşlerin, ustaki birçok başka izlenimin kaynağı olduğuna inanır. İmgeler ya da gibiler, görüntüler havada korunarak duyulara, ondan sonra da düşleme gelir. Kaygılardan kurtulmuş, hiçbir biçimde engellenmeyen, böyle görüntülerle buluşmayı bekleyen birinin canı onları alır, onlar tarafından bilgilendirilir. Çünkü şeylerin görüntüleri, kendi uygun doğaları yüzünden insanlar ile başka hayvanların duyularına taşınsa da onlar gökten bazı izlenimler de alabilirler. Bu izlenimleri alanların eğilimi, yatkınlığı nedeniyle göksel izlenimler birinin duyularına ötekinin duyularından daha çok taşınır. Bu arada onlar havadadır, kişinin yaradılışı onlarla daha uzağa taşınır, onları alan başka birinin duyularına ulaşır. Bu yüzden doğal olarak biri pek uzak, bilinmeyen bir yerden, usunu başka bir adama gösterebilir. İkisinin arasına başka bir tinin girmesi gerekmez[8].
TOPRAK
“Sizi topraktan yaratması, O’nun delillerindendir. Sonra bir de gördünüz ki siz beşer olmuş yayılıyorsunuz. “
Rum Suresi, 20. Ayet
Mutlak ağır bulunduğundan, tabiî yeri unsurların altı olup, kendi parçalarını çekme ve korumayla yerinde hareketsiz durmuştur. Bu toprak unsuru, bir tek yüzeyle çevrili küre bir cisimdir. O kürenin merkezi, âlemin merkezi ve bütün ümmetlerin ayağının altıdır. Toprak unsuru da ötekiler gibi oluşum ve bozuşumla çeşitli biçimler bulmaya kabiliyetlidir. Çünkü, kendi yerindeyken bile, diğer unsurlara dönüşüp başkalaşır. Bu toprak unsurunun soğukluk ve kuruluğunun birlikte bulunmasına sebep katılık ve yapışma olduğundan; sırtı canlılara yer ve sığınak, karnı maden ve bitkilere başlangıç ve kaynak bulunmuştur. Şeklinin küre olduğu nice delillerle ispatlanmıştır. Bütün yeryüzünde iki buçuk fersahtan fazla yüksek dağ olmadığı yakinen bilinmiştir, Çünkü dağların en fazla yüksekliğinin yerin çapına oranı, bir arpa eninin bir zira oranı gibidir. Şu hâlde bu dağlar, yerin küre olmasına engel değildir.
Bütün öğelerin temeli topraktır. Toprak, bütün göksel ışınların, etkilerin nesnesi, öznesi ve alıcısıdır. Her şeyin tohumları, tohumsal güç etkileri onda saklıdır. Toprak, ilk kaynak gibidir. Her şey ondan kaynar, o merkezdir, temeldir, her şeyin anasıdır. Dilediğiniz ölçüde ayrılmış, yıkanmış, arıtılmış, inceltilmiş toprağı alıp, bir süre açık havada bırakırsanız, göksel güç etkilerle dolu olduğu için, kendiliğinden bitkiler, kurtlar, başka canlılar ortaya çıkar. Ateşle saflaştırılırsa, uygun yıkama ile yalınlığına indirgenirse, onda büyük gizler vardır. Toprak bizim yaratılışımızın tözüdür, bizi onarıp koruyan gerçek ilaçtır[9].
Bütün taşlar toprakla ilintili olduğu için doğal olarak ağırdır, inicidir, kurulukta katılaşmıştır, eritilemez. Oysa metaller suculdur, eritilebilir. Metaller kıvamlı bir sudan yaratılmıştır, suyun gümüş rengi onlarda yaşar. Doğa bilimciler bunu kabul eder, kimyacılar da doğru olduğunu görür. Bitkiler havaya pek yakındır. Açık havaya çıkmadıkça ne tomurcuk verir ne de gelişirler. Böylece bütün hayvanların doğasında en ateşli güç vardır. Aynı zamanda da göksel bir kaynaktan gelir. Ateş onlar için pek doğaldır, söndürüldüğünde ölüverirler. Bunun yanında hayvanlarda kemikler, toprağa; et, havaya; dirimsel tin, ateşe; suyuklar[10] suya benzer. Bu suyuklar öğelerden pay alır. Çünkü sarı safra ateşin yerine geçer ; kan, havanın yerine, balgam suyun yerine, kara safra ya da melankoli de toprağın yerine geçer. Candaki anlama yetisi ateşe ; us, havaya ; imgelem, suya ; duyular, toprağa benzer. Duyularda aralarında öğelere bölünürler. Görme ateşçildir, çünkü ateş ile ışık olmadan algılayamaz. İşitme havacıldır, çünkü ses havanın çarpmasıyla üretilir. Koku ile tat suya benzer, suyun nemi olmadan ne tat ne de koku vardır. Duyumsama ise tamamen toprakçıldır, onun nesnesi büyük cisimlerdir. Toprak, yavaş, sağlam devinimi ; su, ödlekliği, çalışmada ağırlığı, kusuru gösterir. Hava sevinçliliği, tatlı, sevimli yaratılışı imler. Ateş hızlı, ateşli, kızgın yaratılışı gösterir. Unsurlar her şeyde vardır. Onların güç etkileri bütün şeylere yayılır[11].
SU
“Allah, su ile size ekin, zeytin, hurma, üzüm ve daha türlü türlü ürünler de bitirir. İşte bunda düşünen bir topluluk için ibretler vardır. “
Nahl Suresi, 11. Ayet
Zemzem suyu, bütün hastalıklara devadır. Tatlı suyun faydaları çoktur. Ama susuzluğu gidermesinden büyüğü yoktur. Su unsurunun dahi ötekiler gibi rengi olmayıp karıştığı nesneye dönüşür. Onun tabiatını alır. Meselâ suyun karıştığı nesne sirke ise su sirke olur. Bal ise o da bal olur. Mutlak su iken bütün renkleri ve tatları kabul eder. Bütün kirleri ve yağları yok edip akar gider.
Su ve hava, ateş ve toprak kadar gizemli, harika ötesi unsurlardır. Canlıların tamamı suya ihtiyaç duyarlar. Bitki ya da ot dahi su olmaksızın kök salamaz. Topraksal olsalar da ağaçların, bitkilerin tohumları, zorunlu olarak köklenmeden önce suda köklenmelidir. Suyun zorunluluğu ateşinkinden az değildir. Yararları sonsuzdur; o herşeyi taşıyan, üreten, besleyen, artıran varlıktır ve suyun da hafızası vardır. Mitolojide suyun en güçlü ilk öğe olduğu ve bu nedenle tüm şeylerin suya ihtiyaç duyduğu savunulur. Çünkü su toprağı yutar, ateşi söndürür ve yükseğe çıkarak bulutlara nüfus eder, göğün kendisini oluşturur[1].
[1] İbn Arabi, Fütuhatı Mekkiyye, Çeviren Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2.Cilt, 6. Baskı 2020, syf: 388 [2] İbn Arabi, Fütuhatı Mekkiyye, Çeviren Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2.Cilt, 6. Baskı 2020, syf: 389 [3] İbn Arabi, Fütuhatı Mekkiyye, Çeviren Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2.Cilt, 6. Baskı 2020, syf: 389 - 390 [4] Heinrich Cornelius Agrippa, Gizli Felsefe ya da Büyü Felsefesi, Çeviren Levent Özşer, İsanbul: Biblos Kitapevi, Yıldız Matbaa, Cilt 1, 4. Basım 2020, syf: 34 [5] Heinrich Cornelius Agrippa, Gizli Felsefe ya da Büyü Felsefesi, Çeviren Levent Özşer, İsanbul: Biblos Kitapevi, Yıldız Matbaa, Cilt 1, 4. Basım 2020, syf: 35 [6] Heinrich Cornelius Agrippa, Gizli Felsefe ya da Büyü Felsefesi, Çeviren Levent Özşer, İsanbul: Biblos Kitapevi, Yıldız Matbaa, Cilt 1, 4. Basım 2020, syf: 36 - 37 [7] Heinrich Cornelius Agrippa, Gizli Felsefe ya da Büyü Felsefesi, Çeviren Levent Özşer, İsanbul: Biblos Kitapevi, Yıldız Matbaa, Cilt 1, 4. Basım 2020, syf: 38 - 39 [8] Heinrich Cornelius Agrippa, Gizli Felsefe ya da Büyü Felsefesi, Çeviren Levent Özşer, İsanbul: Biblos Kitapevi, Yıldız Matbaa, Cilt 1, 4. Basım 2020, syf: 43 – 46 [9] Heinrich Cornelius Agrippa, Gizli Felsefe ya da Büyü Felsefesi, Çeviren Levent Özşer, İsanbul: Biblos Kitapevi, Yıldız Matbaa, Cilt 1, 4. Basım 2020, syf: 40 [10] Organizmanın kan, lenf, safra, balgam gibi sıvı bölümleri. [11] Heinrich Cornelius Agrippa, Gizli Felsefe ya da Büyü Felsefesi, Çeviren Levent Özşer, İsanbul: Biblos Kitapevi, Yıldız Matbaa, Cilt 1, 4. Basım 2020, syf: 49 – 51
Comments